ÇOCUKLAR ŞİDDETİ NASIL ÖĞRENİR?

ÇOCUKLAR ŞİDDETİ NASIL ÖĞRENİR?

Gün geçmiyor ki, farklı farklı kanallardan şiddet içeriklerine maruz kalmayalım. Sözlü, fiziksel ya da psikolojik baskının zaman zaman şiddete dönüştüğü pek çok durumla her gün farklı yerlerde, farklı koşullarda karşı karşıya geliyoruz. Çoğu zaman bu şiddetli durumun içinde olmasak da kenarından köşesinden izleyen, gören, maruz kalan onlarca, yüzlerce, binlerce bazen de milyonlarca insanın arasında buluyoruz kendimizi.

Bu süreci değerlendirmeye çalışırken temelde iki soruya cevap arıyorum. Her gün öyle veya böyle maruz kalarak şiddeti normalleştiriyor muyuz? Bu olayların kahramanları ne zaman ve hangi koşullarda bu hale gelmeye başladılar? 

Bu iki sorunun cevabı ya da cevapları bir noktada sonuçtan çok sürece kafa yorduğumu gösteriyor bana. Ve bu cevaplar aynı zamanda çocukların gelişim süreleri içinde yaptığımız hataların, telafi edemediğimiz yanlışların, görmeyi başaramadığımız ve işin fenası doğrusunu yaptığımızı sandığımız yanlışların tam da içinde gizli.

Pek çoğumuzun artık çok iyi bildiği bilimsel bir gerçek var. Bir insanın yaşamı boyunca aşama aşama ilerlediği gelişimsel süreçlerin en yoğun, en hızlı ve en önemli kısmı erken çocukluk yıllarında gerçekleşir. Bu süreci beyin, bilişsel süreçler, zekâ, düşünme becerileri ile ilişkilendiren pek çok araştırma sonucu olduğu bilinmektedir ve artık oldukça popüler bir söylem haline gelmiştir. Popüler bilimin bu önemli bulgusuna vurgu yaparken daha çok zihinsel süreçlere yapılan bu atıf doğru olmakla birlikte eksiktir. Erken yıllar aynı zamanda birey olmanın, kendi kendine yetebilmenin, sorumluluk sahibi olmanın, iyi insan olmanın, kendini doğru ifade etmenin, duygularını tanımanın ve onları doğru ifade edebilmenin, duygu ve davranışlarını kontrol edebilmenin, sevebilmenin, yaşadığı çevreye uyumlanabilmenin, ağaca, çiçeğe, hayvana, insana sevgi ve şefkat beslemenin, varlıklarına saygı gösterebilmenin de temelinin atıldığı yıllardır. Bu nedenle bazen iyi niyetle “aman üzülmesin şimdi çocuğum”, bazen ihmalkarlıkla “off şu an seninle uğraşamayacağım”, bazen de çaresizlikle “ama nasıl yapacağım” dediğimiz çocuğumuzun çok önemli öğrenme fırsatlarını da tepmiş oluyoruz.

 “Her şey çocuklar” için anlayışı da, “anne baba olarak benim de ihtiyaçlarım var” anlayışı da kontrolsüzce ebeveynlik hayatımızın merkezi olduğunda, geleceğe yetiştirdiğimiz çocuklarımızın iyi insanlar olabilmelerine sağlayacağımız katkıyı törpülüyoruz.

İyi insan olmayı beceremeyen ya da iyi bir insan olmak için çaba sarfetmeyen her birey sevgi ve şefkat göstermeyi bilemeyeceği için şiddet sarmalı içinde olmaya her zaman yakın olacaktır.

İçine doğduğumuz aile

Çocuklar dünyaya geldikleri ilk andan itibaren ailelerinin bakımı ve koruması altındadırlar. Özellikle yaşamın ilk aylarında kendi kendine yetemeyen, hayatta kalabilmesi için tamamen bir yetişkinin varlığına bağımlı olan bebeklerin en temel güdüsü, beslenme ve korunma ile ilgili ihtiyaçlarının giderilmesidir. Bu ihtiyaçları sevgi ile giderilen, büyüdükçe bu temel yaşamsal ihtiyaçları aynı ilgi ve sevgi ile karşılanan çocuklar kendilerini güvende hissederler. Acıktığında beslenmeyen, yeterince sevilmeyen, önemli ve değerli olduğunu hissetmeyen bir bebek erken yıllarda bu ihtiyacın yerine hep beklenti içinde olmayı koyar. İki alternatiften biri içine kapanık, mutsuz ve özgüveni düşük yitik bir benlik oluşturmak, diğeri ise ihtiyacı olanı hırsla alan, duygularını kontrol etmekte güçlük çeken içeriği boş bir özgüven geliştirmek. 

Büyüme süreci boyunca gelişim basamaklarını tırmandıkça çocukların yapabilecekleri konusunda cesaretlendirilmeye, denemeleri için fırsatlar verilmesine, fikirlerinin sorulmasına, yapamayacaklarının nedenlerinin açıklanmasına, yapabildiklerinin fark edilmesine ve taktir edilmesine ihtiyaçları vardır. İçine doğduğunuz aile bir birey olarak varlığınızın farkındaysa ve bunu taktir ediyorsa, görüşlerinizi kabul ediyor ve değerli olduğunuzu hissettiriyorsa mutlu bir birey olarak büyüme şansını yakaladınız demektir. 

Değersizlik güçlü duvarlar örer. Sadece temel ihtiyaçlarını karşılamak değil, varlığından duyulan mutluluğu çocuklara söylemek, şefkatle sarılıp öpmek, düştüğünde yanında olup yarasını sarmak, başarısını tebrik etmek, başarısızlığın acısını paylaşmak, ailenin yaşadığı koşullar her ne ise birlikte paylaşmak ve bu birliktelikten mutlu olmak, bu mutluluğu sözel olarak da ifade etmek çocuğun kendini olduğu haliyle önemli ve değerli hissetmesini sağlar. Bu değer inancı ilerleyen yıllardaki kişilik geliştirme sürecinin temel bileşenlerinden biri olduğunda önemli bir basamak tamamlanır.

Bir diğer basamak, yine ilk sosyal yapı olan aile içinde öğrenilir: “Bir birey olarak ben değerliyim ama başkaları da değerli”. Her tür sosyal grup içinde yer alan her bireyin birbiri ile benzer ve farklı ihtiyaçları vardır. Erken yıllarda çocuklar için kendi ihtiyaçları her şeyin ve herkesin önündedir, çünkü düşünme yapıları başka türlüsünü algılamalarına izin vermez. Bir oyuncağı almak istediğinde ağlar; “oyuncağı istiyorum, oynamak istiyorum, hemen istiyorum, şimdi istiyorum, BEN istiyorum”. Bu sırada ortamın, koşulların uygun olup olmaması, oyuncakla kardeşinin oynuyor olması hiçbir şey ifade etmez çünkü onun “BEN” anlayışı ve o anki isteği her şeyden önce gelir. Ben merkezli düşünme yapısı zaman zaman aileyi zorlasa da bu tür durumlarda vereceğiniz tepkiler çocuğun kişilik gelişimi açısından kritik önem taşır. Aman ağlamasın diye hemen eline oyuncağı tutuşturmayı mı seçtiniz, alamayacağını söyleyip susmayınca azarlamaya mı başladınız, ortam gerilmesin diye çocukları birbirinden mi ayırdınız, oyuncağı ortadan mı kaldırmayı mı tercih ettiniz? Zaman zaman hayal kırıklıkları ve öfke yaşamalarının çocukların gelişimleri açısından bir sakıncası yoktur. Eğer aileniz siz hayal kırıklığı ve öfke krizi yaşarken sizi anlıyor ve şefkat gösteriyorsa tabii… “Şu an o oyuncağı alamazsın, çünkü kardeşin oynuyor. Evet istiyorsun ve üzüldün biliyorum. Kendini daha iyi hissetmen için sana nasıl yardımcı olabilirim? Gel biraz sarılalım. Birlikte düşünelim.” Böylesi bir ebeveyn desteği çocuğa duygusunun kabul edildiğini ancak her istediğinin her an olmayacağını gösterir. Kendisini üzen, kızdıran, öfkelendiren duyguyu kontrol altına alıp kendini sakinleştirebilmesi için rehberlik eder. Başkalarının da “BEN”i olduğunu aile içinde yaşayarak öğrenme fırsatı bulan çocuklar, kendisi kadar başkalarına da değer vermeyi öğrenirler.

Azarlanan, istekleri sürekli ertelenen, yoksun bırakılan, mutsuzluğu göz ardı edilen ve duyguları önemsenmeyen çocuklar ister istemez değersizlik duygusunu öfke ile göstermeye yönelirler. Erken yıllardan kişiliğinin temeline öfke yerleşen çocukların da yıkıcı davranışlar göstermeleri kaçınılmazdır.

Günlük yaşamın koşturmacası

Giderek küçülen çekirdek aile yapısı içinde bireylerin rolleri ve bu rollerden beklenen tanımlar da değişti. Oysa çocukların aile içindeki ihtiyaçları hep aynı; güvende hissetmek, sevilmek, korunmak, değer görmek… Günümüzün hızlı yaşam temposu içinde bazen ihtiyaçlarımızı bazen de çocuklarımızın ihtiyaçlarını görmediğimiz zamanlar olur. O akşam birlikte oynamaya söz vermişsinizdir ama eve çok geç gelirsiniz. Çok da yorgun olduğunuz için oyunu geçiştirirsiniz. Çok sık olmadığında sorun yoktur aslında. Ertesi gün bunu telafi ediyorsanız, gerekçenizi anlatabiliyor ve çocuğunuzun gönlünü alabiliyorsanız ya da o oyun yerine kitap okuyorsanız çocukların son derece affedici olduğunu göreceksiniz. 

Bunun tam tersi, sürekli “yorgunum”, “şimdi olmaz”, “git başımdan” sözlerini duyan çocukların ise yukarıda bahsettiğimiz değersizlik inancını geliştirmeleri kaçınılmazdır. Tekrarlayalım: değersizlik inancı güçlü duvarlar örer.

 

Dayatılan ebeveynlik 

İç sesinize güvenin. Anne baba olmuş her birey, iç sesini dinlemeyi başardığında yaptığının doğru mu ya da yanlış mı olduğunu fark edebilir. Oysa özellikle günümüzde bunun böyle olmadığını söyleyen ve “her şeyin en doğrusunu bilen” birileri sürekli kulağınıza ne yapmanız ve yapmamanız gerektiğini fısıldar. 

Ağlama ve öfke nöbetleri geçirmesi çok yanlış? Bunu yapmamalı iyi bir anne/baba bunu hemen kontrol altına almalı.

Kendi yatağına bırak ağlaya ağlaya kendi kendine uyumayı öğrenecek.

Benim çocuğum ……yı yapmayı 5 aylıkken öğrendi.

Her şeyi olsun, eksiklik çekmesin.

En birinci benim çocuğum olsun. Her zaman en önde olsun.

Okuldaki oyuncaklarla önce o oynasın. Bir başkası elinden oyuncağını almasın.

Arkadaşlarıyla sorun yaşamasın. Sorun çıkaran bir çocukla aynı sınıfta olmasın. Öğretmeni ile konuşmalısın, hemen sınıflarını ayırsın.

Çocuklar büyürken pek çok kriz yaşanır. Her kriz için de herkesin farklı bir çözüm önerisi vardır ve çoğu zaman en doğrusunun bu olduğunda iddialıdırlar. Oysa sizin çocuğunuz için en doğrusunu siz bilirsiniz. Onu, ihtiyaçlarını, neyi, ne zaman, neden yaptığını da en iyi siz bilirsiniz. Çözümler de çoğu zaman o çocuğa özeldir. O nedenle kendi iç seslerini dinleyen anne babalar gösterdikleri tavrın doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu ayırt edebilirler.  İhtiyaçları önemsenen ve ona uygun anne baba tavrı gören çocuklar da kendileri olmayı çok daha kolay başarabilirler.

 

Öğrenilmiş davranışlar

UNICEF’in 2017 tarihli Çocuk ve Şiddet raporunda pek çok çocuğun daha yaşamlarının ilk yıllarından hatta 12 ay öncesinde bile ailesinden şiddet gördüğünü ortaya koyuyor. En güvende olması gereken ortamda, gücünün asla yetemeyeceği birilerinden, küçücük bedeninde ve ruhunda kocaman yaralar aşan acılarla büyüyen çocukların da benzer davranışlar göstereceklerini kestirmek hiç de zor olmasa gerek. Aslında bu şiddet her zaman fiziksel olmak zorunda da değil; sürekli yok sayılan, yaptığı her şeye göz devrilen, başarısı da başarısızlığı da görülmeyene, hakaret işiten, itilip kakılan ya da sohbet edilmeyen, tatlı söz söylenmeyen her çocuk şiddet görüyor demektir. Çok güzel bir atasözümüz var: GÖRGÜLÜ KUŞLAR GÖRDÜĞÜNÜ İŞLER. Çocuklar ne görürlerse onu öğrenirler, ne yaşarlarsa onu yaşatırlar.

Şiddete maruz kalarak öğrenme sadece aile içinde gerçekleşmez tabii ki…  UNICEF Avrupa ve Orta Asya Bölge Direktörü Afshan Khan “Dünyanın her bölgesinde, tüm yaş gruplarından çocukların asıl güvende olmaları gereken ev, okul ve kamusal alanlarda şiddete maruz kalıyor olası kabul edilemez. Şiddetin yarattığı travma bir çocuğun tüm hayatı boyunca sürebilir ve hatta sonraki nesilleri etkileyebilir. Bütün bu bulgular, tüm çocukları şiddetten korumak için harekete geçirmelidir.” diyor. 

UNICEF Çocuk ve Şiddet Raporu (Kasım 2017)

 

Küçük çocuklara yönelik uygulanan şiddet:
► Dünyada 2-4 yaş aralığındaki çocukların dörtte üçü ya da 300 milyon çocuk evlerinde kendilerine bakan kişilerin psikolojik saldırısına ve/veya fiziksel cezasına maruz kalmaktadır;
► Ulaşılabilir verileri olan 30 ülkede 1 yaşındaki her 10 çocuktan yaklaşık 6’sının düzenli olarak şiddet içeren disiplin önlemleriyle karşılaşmaktadır. 1 yaşındaki çocukların hemen hemen dörtte biri ceza olarak fiziksel olarak sarsılmakta, 10 çocuktan biri de yüzüne, başına ya da kulaklarına yönelik darbe almaktadır.
► Tüm dünyada beş yaşından küçük her 4 çocuktan biri ya da başka bir deyişle 177 milyon çocuk eşinden/partnerinden şiddet gören anneyle birlikte yaşamaktadır.

 

Eğer samimiyetle şiddetten uzak bir toplum yaratmak istiyorsak öncelikle çocukları korumak durumundayız. Bu toplumun her bir bireyi için temel sorumluluk olmalıdır; kendi çocuğumuz için olmasa da tüm çocuklar için bu sorumluluğu kabul eden yetişkinler dünyayı değiştirebilecek olanlardır. Şiddetsiz bir toplum oluşturmak için kabul ettiğimiz sorumluluk bilinci aslında basit adımlar içerir. Ancak bu basit adımlar bir araya geldiğinde sağlıklı bir toplum için devasa bir korumaya dönüşür. Şöyle ki:

* Evde, okulda veya herhangi bir alanda yüz yüze kaldığımız fiziksel, sözel ya da duygusal şiddet çok güçlü izler bırakır ve her birimiz çocukları özellikle bunlardan korumaya yöneliriz. Oysa göz ardı etmememiz gereken ve çocukların açık etkiye maruz kaldıkları ekranlar, her an ellerinin altında onlara güçlü imgelerle şiddeti sunuyor olabilir. Trafikteki şiddet görüntüleri, cinayet haberleri, savaş görüntüleri, kavga eden insanlar, işkence gören hayvanlar, kavga gürültü haber programları, holiganlığa dönmüş maç görüntüleri, birbirine bağırıp çağırarak tokat atan kahramanların yer aldığı dizi filmler, susturulamaz sesleri ve dehşet görüntülerini evimizin içine taşırlar.  Çocuklar bunlardan etkilenmemeleri mümkün değildir. Başlangıçta rahatsız olarak ya da korkarak gözünü kaçırıp kulaklarını kapadığı bu görüntüler sürekli tekrarlamaya başladığında artık etkisini yitirir ve çocuklar korkmamaya başlar. Ancak korku tepkisinin olmaması tehlikeli bir durum olmadığı anlamına gelmez. Tam tersi bu şiddet içerikleri artık normalleşmeye başlamış demektir. Çocukların şiddetin normal bir durum gibi algılamalarını engellememiz gerekir. 

* Ağaca, bitkiye, hayvana sevgi ve şefkat göstermeyi bilen çocuklar canlıların değerini de kavrarlar. Yapılan araştırmalar ileri derecede şiddet eğilimi gösteren insanların öncelikle bu davranışları hayvanlar üzerinde sergilediklerini göstermektedir. Çocukların içlerinde zaman zaman bir öfke hissetmeleri olağan bir durumdur. Hepimiz öfkeleniriz, ancak öfkemizi nasıl kontrol altına aldığımız ve davranışlarımızı nasıl düzenlediğimiz, kişiliğimizin göstergesidir. Bir canlının bakımını üstelenen, bu konuda sorumluluk alan çocuklar ona şefkat göstermeyi de öğrenirler. Onlara bu sorumluluğu vermek gerekir.

* “Hayatta her zaman en başarılı sen olamazsın. Her şeyi ilk sen alamazsın.  Her istediğin her an olmaz.” Bunlar çocuklar için kabul edilmesi çok zor durumlar, özellikle küçük yaşlarda. Ancak olumlu pekiştireçlerle, doğru yönlendirmelerle ve destekleyici bir tavırla çocuklar herkesin eşit haklara sahip olduğunu kabul etmeyi ve buna uygun davranış göstermeyi öğrenebilirler. Bu cümleleri çocuklara söylemeyiz tabii ki ama sırasını beklemesi gerektiğini, başaramadığında yeniden deneyebileceğini, şimdi olmasa da daha sonra yapabileceğini duyan çocuklar mevcut durumun gereklerine daha kolay uyum sağlayarak bir sonraki adım için cesaret bulurlar.

* Duyguları kabul gören çocuklar kendilerinin de kabul gördüğünü düşünürler. “Bunda üzülecek/ağlayacak/bağıracak ne var ki? Hadi ağlama artık. Bak arkadaşın ağlıyor mu?” sözlerini duyan her çocuk içten içe bende bir gariplik olmalı, karmaşasını yaşar. Çünkü hissettikleri ile kendisine önerilen durum taban tabana zıttır. Verilen mesajla uyumlanamayan çocuk ya içine döner ve sorgular veya öfke duyar. Çocukların duygusunu reddetmek yerine, bu duyguyu kabul ederek nasıl başa çıkacağını göstermek çok daha etkili sonuçlar doğurur. “Görüyorum kızgınsın/üzgünsün. Sakinleşmek/kendini daha iyi hissetmek için neye ihtiyacın var?”

* Duyguların kabul gören ifade şekilleri vardır. Birini sevdiğimizi ona sarılarak ve güzel sözler söyleyerek ifade ederiz. Isırarak sevdiğimiz çocukların can acısı ile sevgiyi eşleştirme ihtimalleri çok yüksektir. Aynı şekilde sevdikleri arkadaşlarını ısırmaları da. Olumlu duygularımızı da olumlu davranışlarla gösterme konusunda çocuklar yetişkinleri model alırlar. Sevginizi nasıl gösterdiğinize dikkat edin.

* Girişken olmak, tuttuğunu koparmak çoğu zaman önem atfedilen ve başarı göstergesi olarak kabul edilen davranışlardır. Sakin, içe dönük, kendi halinde çocukları oldukları haliyle kabul edemeyen bazı ebeveynler onları “pısırık” olarak görür ve sürekli ne yapması, nasıl yapması gerektiğini söylerler. Bu da bir şiddet davranışıdır ve şiddet her zaman şiddete yol açar. 

* Ayağına taş değmesin, toplumumuzda çok sık kullanılan bir deyimdir. Günümüz ebeveynlik algısı da anne babalara çocuklarının her işlerini kolaylaştırmalarını ve güçlüklerle karşılaşmalarının engellenmesi gerektiğini vurgular. Hiçbir güçle karşılaşmamış, mücadele etmemiş, düşmemiş, arkadaşlarıyla çatışma yaşamamış, öfkelenmemiş, ağlama krizi yaşamamış çocuk bu durumlarla karşılaştığında ne yapacağını bilemez. Her zaman tüm taşları temizlemek mümkün değil. Takılıp düştüğü bir taş çocuğunuza ayağa kalkmayı, yarasını temizleyip oyuna devam etmeyi öğretebilir.

* Trafikte korna çalmadan ilerleyemeyen, sırada biraz öne geçmek için fırsat kollayan, kendi öfkesini kontrol edemeyen, kendi davranışlarını doğru değerlendiremeyen, kendini sakinleştirmeyi başarmayıp anlık patlamalar yaşayan veya çevresine şiddet gösteren her birey şiddet toplumunun bir parçasıdır. Çocuklar da bunu maruz kalarak öğrenirler. Evde kendi anne babaları böyle davranmasa bile başkalarından gördükleri bu davranışlar öğrenmelerin temelini oluşturabilir. O nedenle bu tür durumlarla karşılaştığında çocuklarla olaylar hakkında konuşmalı yanlış davranışın yerine doğrusu ile ilgili farkındalık kazandırılmalıdır. “Burada ne oldu? Neden böyle oldu? Bunu yapan kişi ne düşünüyordur? Öbürü ne hissediyordur? Bu bizi nasıl etkiliyor? Sence ne olmalıydı?” soruları çocukların yaşadıkları olayı düşünmesi ve üzerine yorum yapmasını sağlar. Anne babasının yorumları ile doğru ve kabul gören davranışın ne olduğu ile ilgili bir farkındalık kazanır.

* Şiddet öğrenilen bir davranıştır. Anne baba arasındaki ilişki çocuğa örnek olmalıdır. 

* Her zaman her şeyin en doğrusunu yapamayabiliriz. Yetişkinler de zaman zaman hatalar yaparlar hem de doğrusunun ne olduğunu bildikleri halde. Çocuğunuz onu sevdiğinizi ve sizin için ne kadar değerli olduğunu biliyorsa sorun yok. Anlık bir öfke ile ona bağırdığınızda travma yaşamazlar. Bu sürekli olmaya başladığında ve hiçbir şey olmamış gibi davrandığınızda, sorun başlıyor demektir. Her şeyin telafisi mümkün. Kırdığınız tamir etmeyi unutmayın ki çocuğunuzda kendi kırdıklarını tamir etmesi gerektiğini sizden öğrensin.

Elif Küçükoğlu, Dr.

 

Benzer Haberler

ANNE BABALAR ÇOCUKLARIN GELİŞİMLERİNİ NASIL DESTEKLER? Devamını Oku
Kültürün Çocuklar Üzerindeki Etkisi Devamını Oku
AİLE -TOPLUM-ÇOCUK İLİŞKİSİ Aile, sürekli bir gelişim ve değişim süreci içerisindedir. Ekonomik koşulların zamanla değişmesi ve endüstrinin gelişmesi sonucu olarak geniş ve ata... Devamını Oku